BÜYÜK İNSANLIK
Büyük insanlık gemide güverte yolcusutirende üçüncü mevki şosede yayan büyük insanlık. Büyük insanlık sekizinde işe gider yirmisinde evlenir kırkında ölür büyük insanlık. Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter pirinç de öyle şeker de öyle kumaş da öyle kitap da öyle büyük insanlıktan başka herkese yeter. Büyük insanlığın toprağında gölge yok sokağında fener penceresinde cam ama umudu var büyük insanlığın umutsuz yaşanmıyor.
GİDER AYAK
Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.
Ceylanı kurtardım avcının elinden
ama daha baygın yatar ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından
ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadı.
Güller dizildi tepsiye
ama taştan fincan oyulamadı.
Sevdalara doyulamadı.
Giderayak işlerim var bitirilecek,
iderayak.
Haziran 1959
YİRMİNCİ ASRA DAİR
— Uyumak şimdi,
uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim...
— Hayır,
kendi asrım beni korkutmuyor
ben kaçak değilim.
Asrım sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
büyük
ve kahraman.
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum.
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...
— Yüz yıl sonra, sevgilim...
— Hayır, her şeye rağmen daha evvel.
Ve ölen ve doğan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır
(benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem),
senin gözlerin gibi, Hatçem,
güneşli olacaktır...
12.11.1941
NİYE BÖYLE GEÇ KALDIN
Günler gitgide kısalıyorYağmurlar başlamak üzere.
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın?
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın?
Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
Testimde sana sakladığım şarabı
İçtim yarıya kadar bir başıma
Seni bekleyerek.
Niye böyle geç kaldın?
Testimde sana sakladığım şarabı
İçtim yarıya kadar bir başıma
Seni bekleyerek.
Niye böyle geç kaldın?
Fakat işte ballı meyveler
dallarında olgun, diri duruyor.
Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
Biraz daha gecikseydin eğer...
dallarında olgun, diri duruyor.
Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
Biraz daha gecikseydin eğer...
YİNE MEMLEKETİM ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR
Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...
Pırağ, 8 Nisan 958
HASRET
Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
KIYIDAKİ İHTİYAR
Derin dağlar kat kat sıralanmıştı
Çamlık iniyordu denize kadar
Kıyıda iri yarı bir ihtiyar
Çakıllara sırtüstü uzanmıştı
Ve bu olgun güneşli eylül günü
Uzak haberi batmış gemilerin
Poyraz yeli mavi masmavi serin
Okşuyordu ihtiyarın yüzünü
Ve karnının üstündeydi elleri
İki yengeç gibi inatçı yorgun
Zamandan kuvvetli bir yolculuğun
Sert kabuklu merhametsiz zaferi
Ve göz kapakları tuzlu kırışık
Kapanıvermişlerdi yumuşacık
Bu karanlıkta altın pırıltılar
Dinliyordu uğultuyu ihtiyar
Denizi uzun dişli balıkları
Ve tanyerlerinin alevlerini
Dipte çiçek açan kayalıkları
Ağları ve balıkçı evlerini
Ama belkide bulutlara yakın
Çamların tepesiydi uğuldayan
Biliyordu başı döner adamın
Onlara aşağıdan baktığı zaman
Derin dağlar kat kat sıralanmıştı
Çamlık iniyordu denize kadar
Kıyıda iri yarı bir ihtiyar
Çakıllara sırtüstü uzanmıştı
Çamlık iniyordu denize kadar
Kıyıda iri yarı bir ihtiyar
Çakıllara sırtüstü uzanmıştı
Ve bu olgun güneşli eylül günü
Uzak haberi batmış gemilerin
Poyraz yeli mavi masmavi serin
Okşuyordu ihtiyarın yüzünü
Ve karnının üstündeydi elleri
İki yengeç gibi inatçı yorgun
Zamandan kuvvetli bir yolculuğun
Sert kabuklu merhametsiz zaferi
Ve göz kapakları tuzlu kırışık
Kapanıvermişlerdi yumuşacık
Bu karanlıkta altın pırıltılar
Dinliyordu uğultuyu ihtiyar
Denizi uzun dişli balıkları
Ve tanyerlerinin alevlerini
Dipte çiçek açan kayalıkları
Ağları ve balıkçı evlerini
Ama belkide bulutlara yakın
Çamların tepesiydi uğuldayan
Biliyordu başı döner adamın
Onlara aşağıdan baktığı zaman
Derin dağlar kat kat sıralanmıştı
Çamlık iniyordu denize kadar
Kıyıda iri yarı bir ihtiyar
Çakıllara sırtüstü uzanmıştı
KAR KESTİ YOLU
Kar kesti yolu
Sen yoktun
Oturdum karşına dizüstü
Seyrettim yüzünü
Gözlerim kapalı
Gemiler geçmiyor
Uçaklar uçmuyor
Sen yoktun
Karşında duvara dayanmıştım
Konuştum, konuştum, konuştum
Ağzımı açmadım
Sen yoktun
Ellerimle dokundum sana
Ellerim yüzümdeydi
Sen yoktun
Oturdum karşına dizüstü
Seyrettim yüzünü
Gözlerim kapalı
Gemiler geçmiyor
Uçaklar uçmuyor
Sen yoktun
Karşında duvara dayanmıştım
Konuştum, konuştum, konuştum
Ağzımı açmadım
Sen yoktun
Ellerimle dokundum sana
Ellerim yüzümdeydi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder