Sayfalar

27 Mart 2013 Çarşamba

Nazim Hikmet - Kendi Sesinden Sekiz Şiir

   
                                                                
                                                          BÜYÜK İNSANLIK
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
                                         tirende üçüncü mevki
                                            şosede yayan
                                            büyük insanlık.
                               Büyük insanlık sekizinde işe gider
                                          yirmisinde evlenir
                                              kırkında ölür 
                                            büyük insanlık.

                      Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
                                             pirinç de öyle
                                             şeker de öyle
                                            kumaş da öyle
                                             kitap da öyle
                            büyük insanlıktan başka herkese yeter.

                             Büyük insanlığın toprağında gölge yok
                                          sokağında fener
                                         penceresinde cam
                                ama umudu var büyük insanlığın
                                       umutsuz yaşanmıyor.
GİDER AYAK
Giderayak işlerim var bitirilecek, 

   giderayak. 

Ceylanı kurtardım avcının elinden 

ama daha baygın yatar ayılamadı. 
Kopardım portakalı dalından 
ama kabuğu soyulamadı. 
Oldum yıldızlarla haşır neşir 
ama sayısı bir tamam sayılamadı. 
Kuyudan çektim suyu 
ama bardaklara konulamadı. 
Güller dizildi tepsiye 
ama taştan fincan oyulamadı. 
Sevdalara doyulamadı. 
Giderayak işlerim var bitirilecek, 
    iderayak. 

                                                              Haziran 1959


              YİRMİNCİ ASRA DAİR

        — Uyumak şimdi, 
                 uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim...

         — Hayır, 

            kendi asrım beni korkutmuyor 

            ben kaçak değilim. 

             Asrım sefil, 
          asrım yüz kızartıcı, 
           asrım cesur, 
          büyük 
         ve kahraman. 
     Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman. 
        Ben yirminci asırlıyım 
       ve bununla övünüyorum. 
      Bana yeter 
     yirminci asırda olduğum safta olmak 
         bizim tarafta olmak 
     ve dövüşmek yeni bir âlem için...

— Yüz yıl sonra, sevgilim...
— Hayır, her şeye rağmen daha evvel. 

     Ve ölen ve doğan 

     ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır 

     (benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem), 
     senin gözlerin gibi, Hatçem, 
              güneşli olacaktır...

                                                                                                12.11.1941


NİYE BÖYLE GEÇ KALDIN
Günler gitgide kısalıyorYağmurlar başlamak üzere.
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın? 

Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
Testimde sana sakladığım şarabı
İçtim yarıya kadar bir başıma
Seni bekleyerek.
Niye böyle geç kaldın? 

Fakat işte ballı meyveler
dallarında olgun, di
ri duruyor.
Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
Biraz daha gecikseydin eğer..

YİNE MEMLEKETİM ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR
Memleketim, memleketim, memleketim, 

ne kasketim kaldı senin ora işi 

ne yollarını taşımış ayakkabım, 

son mintanın da sırtımda paralandı çoktan, 
 Şile bezindendi. 
Sen şimdi yalnız saçımın akında, 
  enfarktında yüreğimin, 
    alnımın çizgilerindesin memleketim, 

memleketim, 
  memleketim... 


                                                                    Pırağ, 8 Nisan 958


HASRET
Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!

Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!

KIYIDAKİ İHTİYAR
Derin dağlar kat kat sıralanmıştı 
Çamlık iniyordu denize kadar 
Kıyıda iri yarı bir ihtiyar 
Çakıllara sırtüstü uzanmıştı 

Ve bu olgun güneşli eylül günü 
Uzak haberi batmış gemilerin 
Poyraz yeli mavi masmavi serin 
Okşuyordu ihtiyarın yüzünü 

Ve karnının üstündeydi elleri 
İki yengeç gibi inatçı yorgun 
Zamandan kuvvetli bir yolculuğun 
Sert kabuklu merhametsiz zaferi 

Ve göz kapakları tuzlu kırışık 
Kapanıvermişlerdi yumuşacık 
Bu karanlıkta altın pırıltılar 
Dinliyordu uğultuyu ihtiyar 

Denizi uzun dişli balıkları 
Ve tanyerlerinin alevlerini 
Dipte çiçek açan kayalıkları 
Ağları ve balıkçı evlerini 

Ama belkide bulutlara yakın 
Çamların tepesiydi uğuldayan 
Biliyordu başı döner adamın 
Onlara aşağıdan baktığı zaman 

Derin dağlar kat kat sıralanmıştı 
Çamlık iniyordu denize kadar 
Kıyıda iri yarı bir ihtiyar 
Çakıllara sırtüstü uzanmıştı 

KAR KESTİ YOLU
Kar kesti yolu 
Sen yoktun 
Oturdum karşına dizüstü 
Seyrettim yüzünü 
Gözlerim kapalı 

Gemiler geçmiyor 
Uçaklar uçmuyor 
Sen yoktun 
Karşında duvara dayanmıştım 
Konuştum, konuştum, konuştum 
Ağzımı açmadım 

Sen yoktun 
Ellerimle dokundum sana 
Ellerim yüzümdeydi 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder